Bu adamlardaki kafa da, bizdeki saksı mı? (İnternete şekil veren isimler)


Bu resimdeki adamlar İnterneti şekillendiren, sanal dünyamıza hayat veren güzide kimselerden bazıları. Peki bu adamlara şu an sahip oldukları konum ve imkanları sağlayan, onları bizlerden farklı kılan şey nedir? Onların yapabildiği fakat bizim bir türlü beceremediğimiz, kitleler halinde peşlerinden sürüklenmemizi sağlayan, yazdıkları programlama dillerini öğrenmek için saatlerce göbek çatlatmamıza sebep olan şey nedir? Para mı? IQ seviyesi mi? Şans veya uzaylıların yardımı mı?
PHP’yi ele alalım mesela; her ne kadar bugün gruplar tarafından geliştiriliyor olsa da vakti zamanında Rasmus Lerdorf isimli tek bir amcanın oturup “ya bu html tek başına yetmiyor, şöyle kendimce bir dil geliştireyim de işim kolaylaşsın” fikri üzerine “Personal Home Page” ismiyle hayat bulmuş web tabanlı bir yazılım dili. Merak ediyorum da bu amca acaba o gün odasında tıkır tıkır bir bu mevzu üzerine uğraşırken ve eşinin “Rasmuus, kaynımlar geldi yemek yiycez hadi…” çağrılarına kulak asmazken, gün gelipte dünya çapındaki her 10 siteden en az 7′sinin bu dil kullanılarak tasarlanacağını hayal edebiliyor muydu…
En iyisi biz konunun en başına, 1989 yılına dönelim ve tüm bu mevzulara sebep olan esas oğlan kimmiş, ne yapmışta hal böyleyken böyle olmuş onu inceleyelim
Sir Tim Berners-Lee
Kendileri basitçe “dabılyu dabılyu dabılyu” kavramının mimarı. Yani World Wide Web, yani WWW. Sör Berners-Lee kafası feci biçimde çalışan bir bilgisayar profesörü. Her ne kadar o dönemler bilgiyi pek mattah biçimde sayamayan kompüterler üzerinde çalışmış olsa daHTML dili ile Web kavramını yine bu aletler vesilesiyle geliştirmiş ve zaten esas övgüyü de bu sayede hak etmiştir. Bu girişimin, bugün şu meşhur karadelik projesi ile ilgili körcahil edindiğimiz bilgilerin kaynağı olan CERN’de, 1989 yılında başladığı söylenmektedir.
Tim amcanın o zamanlar üzerinde çalıştığı sistemler şöyle görünüyordu:

Resime dikkatlice bakacak olursanız “info” isimli pencerede “Hypermedia Browser/Editor v1.0 Alpha Only” yazdığını görebilirsiniz. Evet, bu resim aslında insan hayatında çığır açacak olan yeni bir teknolojinin prototipini gösteriyor “alpha only”…
Netice itibariyle web, html ve internet kavramlarını hayranlıkla düşünüp “ulan var ya adamlar yapmış haa” dediğiniz her vakit, bu amcanın gülümseyen ifadesini gözünüzün önüne getirebilirsiniz, o “adam” işte bu adam. (O değil de yaşayan bir efsane kabul edilen, İngiltere Kraliçesi tarafından “Sir” ünvanına layık görülen biri hakkında böyle kıraathane ağzıyla bilgi kırıntıları veriyor olmaktan ben bile rahatsızlık duydum, kahrol emi üslup).
Rasmus Lerdorf
Rasmus Lerdorf yukarıda da kısaca değindiğimiz ve bu yazının var olmasına sebep olan esas kişi. Sizce de tipi, ifadesi Mythbusters’daki şu bıyıklı amcayı andırmıyor mu? Neyse konumuza dönecek olursak; bizim Rasmus bir gün oturmuş “Bu html iyi hoşta biraz tuzu biberi eksik gibi. Eş zamanlı çalışmak gibi yeteneklerinin olmayışı kullanıcı etkileşimli bir sistem kurulmasına müsade etmiyor. Ne yapsam da html’yi kullanarak ziyaretçinin de olaya dahil olabileceği dinamik bir sistem hazırlasam…” gibi bir düşünceylePHP dilini geliştirmiş. Başlarda yeni geliştirdiği bu dile Personal Home Page (Kişisel anasayfa) demişse de sonradan daha klas bir isimle, Hypertext Preprocessor (Üstün metin ön-işleyici) şekline hitap etmeyi uygun bulmuş. PHP’nin verilerin ziyaretçiler tarafından da işlenebilmesine olanak sağlayan yapısı, internet kavramına devrim getiren yeniliklerden biri olmuş, zira ziyaretçiler bu sayede sadece önlerine sunulanı yemekten kurtulup çorbaya kendi tuzlarını da ilave edebilir olmuşlar.
Rasmus amcayı pek kıskanmıyorum çünkü kafası ne kadar çalışıyor olsa da ürettiği teknoloji sayesinde paranın gözüne vurabildiğini sanmıyorum, şayet öyle olsaydı halen Yahoo’da altyapı mühendisi olarak çalışıyor olmazdı. Oysa Bill Gates gibi sineğin yağından faydalanmayı bilen birinin eline zamanında böyle bir teknoloji geçmiş olsaydı sanırım çok geçmeden paranın göbeğinden zeytin yemeyi bırakıp kapitalizmin peygamberi olduğunu ilan ederdi (ki bildiğim kadarıyla ASP (Active Server Pages) ile bu yapılmaya çalışılmıştı ama ASP konu ve tarihçesine tam anlamıyla vakıf olmadığım için yanlış bilgi vermiş olmak istemem)
Larry Page ve Sergey Brin
Bu iki adam internetin gördüğü görebileceği, gelmiş geçmiş en etkili web projesi olan Google’ın kurucuları. Haklarında çeşitli şehir efsaneleri dolaşır durur. Evet Google’ı üniversiteli iki kafadar olarak Stanford Üniversitesi’nde bir öğrenci projesi olarak hayata geçirdikleri doğru, yanlış olan bugün Dünyanın en değerli markası kabul edilen Google’ı “evlerinin garajında, hiç yoktan” var ettikleri bilgisi. İnsanlar çok büyük işlerin imkansızlıklar içerisinde başarıldığı düşüncesinden çok hoşlanıyor olsa da, Google projesi Üniversite sınırları dışına taşınmak istendiğinde konu bir işadamına izah edilmiş ve bu işadamı projeyi makul bularak bizim oğlanlara 100.000 (yüz bin) Dolarlık bir bağış/kredi yardımında bulunmuş. Ha tabi parayı aldıktan sonra bizim elemanlar şirket ofisini yine bir evin garajında kurmuşlar orası ayrı.
Google yayına başladığı ilk zamanlarda (1997-1998) şuna benziyordu:

Arşivlenen siteyi incelemek için buraya tıklayabilirsiniz.
Google’ın bu hayal gücünü zorlayan, insan odaklı başarısının sırrı bir yerde “kazandığın para o an cebine girenle ölçülemez” gibi bir felsefeye dayanıyor. Kurucuları hakkında öğrendiğim ve beni zamanında büyük hayal kırıklığına uğratan şey ise ikisinin de Yahudi olduğunu öğrenmek oldu. Hayır ben bir Yahudi düşmanı değilim, sadece “bu dünyada Yahudi olmayanlar da çok büyük işler başarabiliyor, helal olsun lan size” gibi kıvançla sahip olduğum bir düşüncenin çökmüş olmasına üzülmüştüm. Kuruculardan Sergey Brin’in dünyanın en zengin 100 kişisinden biri olmasına rağmen hala kiralık bir dairede yaşayıp Toyota marka vasat bir otomobil kullandığını göz önünde bulundurunca “Yahudilermiş be, tüh..” ile ne demek istediğimi daha net anlayacaksınız sanırım.
Google yeni yeni popüler olmaya başladığı dönemlerde, bir söyleşide “Bu Google sizin papucunuzu dama atacak gibi görünüyor…” sözü üzerine Bill Gates, “Bizim böyle cacık işlerle uğraşacak vaktimiz yok, arama motoru dediğin nedir ki istesek kralını yaparız, biz Maykrosoftuz ya…” demişti. Kendi gözlerimle şahit olduğum bu sözlerin üzerinden kaç sene geçtiğini bilmiyorum ama Microsoft envai çeşit girişimle hala Google’ın pazar payının onda birine sahip olmak için kıvranıp duruyor. Bunun en güzel örneklerinden biri de Bing. Belki projeye biraz daha zaman tanımak gerekiyordur bilemiyorum fakat bir kullanıcı olarak bana göre arama-sonuç ilişkisi tam anlamıyla bir fiyasko.
Netice itibariyle Google kurucularının kökenlerini bir tarafa bırakacak olursak; bugün eğer tarayıcının adres çubuğuna www ile başlayıp .com ile biten bir adres yazıldığında o siteye erişilebileceğini bilmeyen fakat yine de internette sörf yapmaktan geri kalmayan bir kullanıcısı kitlesi varsa, bu tamamen Google’ın bir maharetidir. Literatüre “Google it (Google amcaya sor)” gibi tabirler armağan etmek, reklam üstü bir yapıyla, yani her türlü basın-yayın organında “aman reklam olur” endişesi taşınmadan, kamuya mâl olmuş gibi isminin zikredilmesini sağlamak her babayiğidin harcı değildir.
Mark Zuckerberg
İnternet ve teknolojilerinde devrim yaratan kimselerden, mevcut teknolojiyi en verimli şekilde değerlendirip çuvalla para kazanan kimselere geçerken kendisinden bahsedeciğimiz ilk isim Mark Zuckerberg. Birileri çıkıp bana “Mark için tek bir cümle söyle” deseydi hiç düşünmeden “ben bu herifi döverim” derdim (şu tipe baksanıza). Her ne kadar elemanın ağzını burnunu dağıtabilecek fiziksel yeterliliğe sahip olsam da esas sebep hiç bir zaman onun eriştiği sefa mevkiisine yine onun izlediği yollar sayesinde erişemeyecek olmam. Yani ben interneti asla “karı kız tavlamak” maksatlı bir site kurmak için kullanıp, akabinde Facebook gibi garip bir isim verdiğim bu site vesilesiyle çok ama çok fena para kazanamayacağım. Aslında suratında yerli yersiz bir tebessüm ile hayatın anlamını çözmüşcesine boş gözlerle bakan bu eleman ile tek farkımız, onun ufak çaplı ülkelerin kral ve prensleriyle yat sefalarında gönül eğlendiriyor olması, yoksa hem yaşıtız hem de ikimizin de web sitesi var.
Facebook başlarda sadece Harvard Üniversitesi öğrencileri için kurulan bir sosyal platform, amiyane tabirle arkadaşlık sitesi. Daha sonra ne oluyorsa oluyor ve o güne kadar tutulan, kullanılan tüm sosyal siteleri ve mantıklarını tek bir kalemde silip atan, 7′den 70′e her kesimden insana hitap eden ve ne idüğü tam olarak anlaşılamamış, kategori dışı bir site haline geliyor. Bu yeni site sayesinde eski arkadaşlarınıza ulaşabiliyor, yeni arkadaşlar edinebiliyor, eşiniz, dostunuz hakkında anlık bilgilere ulaşabiliyor, çeşitli multimedya paylaşımlarından faydalanıp sitede dilediğinizce hoş vakit geçirebiliyorsunuz.
Facebook bir bakıma asosyal kimselerin özgüven duygusuna ihtiyaç duymadan ve oturdukları yerden çeşitli etkileşimlerde bulunup, sosyallik ihtiyacını sanal bir ortamda da olsa tatmin edebilmelerine olanak sağlıyor, bana göre Facebook’un büyük başarısın sırlarından bir tanesi de bu.
Matt Mullenweg
Aslında bu eleman bunca divanın arasında ismi zikredilecek türden biri değil. Bunun geçmişte dile getirdiğim bir röportaj teklifini yanıtsız bırakmış olmasıyla alakası yok tabi. Daha çok sadece blog dünyasını ve vesilesiyle blog okurlarını ilgilendiren bir isim olduğu için böyle söylüyorum. Kendisi WordPress isimli, Egonomik’in de altyapısını oluşturan dünyaca ünlü blog yazılımının yapımcısı. Onu bu listeye dahil eden şey Facebook’un sahibi kadar çok para kazanıyor olması veya yeni bir programlama dili geliştirmiş olmasıyla alakalı değil, o internette fark yaratan özgün bir projeye genç yaşta imza atarak kitleleri arkasından sürüklemesi sayesinde burda.
Her ne kadar bu amcayı da en az Mark kadar kıskanıyor olsam da, en azından zatına karşı fiziksel şiddet içeren duygular beslemiyorum. Aksine kocaman bir “helal olsun” u hak ediyor çünkü kendisi büyük yatırımlara girişmeden, sıfırdan kaynak üretmek yerine var olan kaynakları en verimli biçimde kullanarak başarıya ulaşılabileceğinin bir kanıtı. Yılda ne kadar kazandığını bilmiyorum fakat internet ile ilgili konferans ve aktivitelerin aranan isimlerinden biri olduğunu söyleyebilirim. Ama yok döverim ben bunu da…
Sonuç olarak bu vatandaşları bazı noktalarda bizden farklı kılan şey ister şans olsun ister IQ seviyesi (ki buna asla ihtimal vermiyorum, hadi Sör veya Rasmus neyse de Mark’ın IQ’sunun benden yüksek olabileceği ihtimali bile intahar sebebimdir) fark etmiş olabileceğiniz üzere hepsi sadece “insan“. Evet, senin benim gibi insan (belki daha çok benim gibi ama sonuçta insan). Tamam, zaman ve imkanlara göre bir çok değişken faktörün olaya katkısı vardır ancak bana kalırsa bu adamlarla aramızdaki en önemli fark onların başarabileceklerine olan inançları. Kim ne derse desin adamlar çocukluktan yetişkinliğe kadar “i can do it… you can do it (yaparım ben… yaparsın sen, aslansın kaplansın sen)” gibi bir motivasyonla yetişiyorlar, bizim duymaya alışık olduklarımız ise daha çok “boş işler bunlar ciğerim, bırak allansen, nası yapacan ki?…” gibi.
Kaynak: Egonomik.com

Etiketler: Bilgisayar İnternet Webmaster

bucounterokundu

Yazar Hakkında - BLoomente Blog .


Blogumuz ilk yayınından bu güne , blogger eklentilerini Ve Tüm Güncel Konular Hakkında Bilgi Vermektedir , tüm blogger kullanıcılarına ulaştırmak için yayın yapmış , bu süre içinde hiç bir şekilde kar/gelir elde etmemiş , etmiyecektir..Lütfen desteklerinizi bizden esirgemeyin.. BLoomente Blog

Bizi Facebook ve Twitter üzerinden de takip edebilirsiniz..

1 yorum: